15 Ağustos 2015

Suyu sevmeyen insanın,
rüzgarı anlamayan,
gökyüzünde bir bulutu olmayan insanın gideceği uzaklık,
olsa olsa kendine sızan çaresizliktir.

Yaşlı bir kadının hüznünü duymazsanız,
bir genç kızın saçlarında çarpan kalbini nasıl göreceksiniz?
Evlere neden pencereler açıldığını düşündünüz mü hiç? 
Dünya yokmuş gibi yaşamaktan büyük yoksulluk olur mu? 

Güvenlik duygusu, Kasım ayında bir top nergisle çalabileceğiniz bir kapınız olmasıdır; hesabını şaşırdığınız para, çelik kapılar, ömrünüzü değersiz bir nesneye dönüştüren eşyalarınız değil.
Kendinize alınıp satılmaz bir armağan verin, gidin bir sabah çayırların türküsünü dinleyin. 
Tarla kuşlarının şakımasını bilmezseniz, aşkınızı hangi kanatlı sözlerle gökyüzüne yazabilirsiniz?
Su içerken suyu düşündünüz mü hiç; yıldızlar gecenize ne katar; güneşle birlikte neler uyanır bir kentin varoşlarında? 
Şarkıları bin yıldır ölümü ve ayrılığı söyleyen bir ülkede siz gerçekten özgür müsünüz? 
Birbirinize bu kadar benzemek canınızı sıkmıyor mu?
Gelin, hazır yağmurdan bir bahaneniz varken, duvarlarınızdan izin alın bir kerecik, ağaçlar, kuşlar, gün ışığı, rüzgâr ve toprağın o büyük şölenine bir sigara içimi olsun konuk olun. 
Kim bilir,  eşit ve özgür ilişki hakkında bir kıpırdanma olur aklınızda...
Şükrü Erbaş

27 Ocak 2015

"insanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar."
kürk mantolu madonna

22 Ekim 2012

Hayyam'dan


" Bir sır var, çözdüklerimizden başka!
Bir ışık var, bu ışıklardan başka.
Hicbir yaptığınla yetinme, geç öteye.
Bir şey daha var bütün yaptıklarından başka." 
                                                       Ömer HAYYAM 

26 Mart 2012

bindik bi' alamete

Bu sayfayı 3 kez açıp kapattım bugün. Her sabahki gibi Ege'yi okula yolladıktan sonra, kanepeye uzandım. Mutfak penceresinden çiçek açmış ağaçlara baktım bol bol. Belki de en fazla 3-4 kez daha yapacağım gibi, çamaşırları astım. Gazeteleri aldım toparlanmak için ama tabak çanağı sarmaya başlamadım. Başlayamadım yani, son bir haftadır olduğu gibi durdum öylece. Belki de artık buralardan gittiğim gerçeğiyle yüzleşemediğimden, dolap kapakları açık öylece duruyorum. İtiraf edeyim ki çok üzgünüm, çok fazla üzgünüm.
Günlerdir saçımı nerde boyatacağım, nerde pedikür yaptıracağım hatta erikli suyu nereden söyleyeceğim bile soru olarak aklıma geldi. Henüz bir ev bile bulamamış olduğumu hatırlayınca, bunlar komik gelse de, 10 yıldır aynı evde oturan, 15 yıldır aynı kuaföre giden, ekmeğini bile hep aynı fırından alan biri için sıradan bu kaygılar sanırım.
"En zoru iş bulmak hele bir bulayım da", "hele şu görüşmeyi bir atlatayım da", "dur bakalım maaşı bir duyayım da", "amaan eve bir döneyim de", "annemlere anlatırsam gerisi kolay" aşamalarının tamamı bittiğinde anladım ki asıl zor kısım şimdi başladı.
Artık gerçekten demir almak zamanı geldi, Antalya defterini öngöremediğim bir süre kapatıp, İstanbul'a taşınıyorum. Tek sebebi ise burada kariyerimle ilgili yapabileceğim neredeyse hiçbir şeyin kalmamış olması. Her şeyden çok üzüldüğüm, bir süre Ege'den ayrı kalacak olmam, en azından deneme süresi için 1-2 ay. Ondan sonra Ege nasıl isterse öyle hareket edeceğiz. Acı olan ise, sadece çocuğuna daha iyi bir yaşam sunmak isterken, ondan ayrı kalmak zorunda olmak. Ama eminim her şeyin üstesinden geleceğiz ve her şey çok çok güzel olacak.
Annem ve babam o kadar alışmışlar ki bizimle aynı şehirde olmaya, şimdi, bir yandan benim yalnız başıma başka bir şehre gitmeme üzülürken, bir yandan Ege onlarla kalmak istedi diye seviniyorlar. Bir yandan zaten babasından ayrı olan Ege bir süre benden de ayrı kalacağı için hüzünlenirken, bir yandan da onun odasını hazırlıyorlar. Yani o cephede de kafalar ve duygular karışık.
Bazı kararları aldığım andaki cesaretime devamında dönüp bakınca hayret ediyorum. Şimdi de o şaşkınlık içindeyim. Arkadaşlarıma veda etmeye başladım, kendimi bu şehirde geçici olduğuma inandırmaya çalışıyorum. Yarından itibaren eşyalarımı toplayıp, en azından zamanı geldiğinde, ben başında olmasam bile yüklenip gönderilecek hale getireceğim.
Sonra hafta sonlarına, Ege ve kendim için uçak biletlerine bakacağım.Kıyafetlerimi taşıyacak kadar büyük bir valizim bile yok, birilerinden bulmalıyım. Evdeki gereksiz her şeyi ve Ege'nin çocukluğu ile ilgili olanların dışında tüm geçmişimi toplayıp atacağım yarın. Çekmecelerde biriktirdiğim uçuş kartlarını, konser biletlerini, kurutulup saklanmış gülleri, otel kartlarını...Anı biriktirmenin bugüne kadar ne faydası oldu ki, acı duymaktan başka.
İşte belki de en fazla 7-8 gece daha olacağı gibi, koltuğumda ayaklarımı uzattım, pc.yi açtım. Hem işlerim ve geleceğim için ümitleniyorum, hem de geride bıraktığım onlarca yıl, onlarca anı ve birkaç dost için hüzünleniyorum. Yalnızım...Birkaç damla gözyaşı döküyorum. Ege'nin kokusu burnuma geliyor daha henüz ayrılmadan. Ama biliyorum hiçbir şey yapmadan beklemektense, harekete geçmek, çabalamak, denemek çok çok daha iyi gelecek bize.
Vedaları sevemedim bir türlü, o nedenle bu yazıyı da ucu açık bırakacağım.
Hem daha bu lokasyonda geçireceğim en az 7 gün, 168 saat ve bilmem kaç bin dakikam daha var, di mi?

11 Şubat 2012

varla yok

kuracağım atölyenin adı hazır,
açacak olduğum kafenin adı hazır,
bir kızım olursa adı hazır, 
bahçeye kedi- köpek alınca adları ne olacak hazır.

eksik bir şeyler var, ama bilemedim.