30 Nisan 2009
bugünün teması: bulut !!
oyun evi bulutlar,
atomik bulut
neden ben, neden her zaman ben...bulutu
bulutlarda oturmak için,
sushi bulutu
bulutları seviyorum!!
28 Nisan 2009
vesikalı yarim
26 Nisan 2009
Anne Sevgisi - Ege'den
23 Nisan 2009
23 nisan'da burası Süleyman'ın oldu!!
22 Nisan 2009
oya baydar'dan
.....Kurbağa çıktım
1Mayıs öncesinde emekten, işçiden, sömürüden söz edecektim; sahip çıkmaya, sesini duyurmaya çalıştığımız mağduriyetler arasında, son dönemlerde gerilere itilen emeğin mağduriyetine değinecektim. Ama burası Türkiye: Bir dalga gelir, konunuzu, yazınızı, geliştirdiğiniz fikirleri siler süpürür, sizi bambaşka bir sahile atar.
Sana ne; dalgalara diren, bildiğini istediğini yaz, diyebilirsiniz. Ama yazarın çizerin, yazdığı kadar yazmadıklarından, sustuklarından da sorumlu olduğuna inanırım ben. Evet; Ergenekon davasının onikinci dalgasından ve eş zamanlı DTP baskınlarından söz edeceğim.
Baştan söyleyim; sembol adı Profesör Türkân Saylan olan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne yapılan baskının hukuka, adalete, vicdana aykırı olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden, siyasal ve ideolojik olarak çok uzağında durduğum ÇYDD’nin yanında, sindirme çabalarına ve haksızlığa karşı saf tutuyorum. Öte yandan, kimler tarafından kışkırtıldığı, hangi çomakların ne yolla sokulduğu kuşkulu bu talihsiz adımla; baştan beri önemine inandığım, arkasında durduğum, bu ülkeye konmuş vesayet ve darbe ambargosuna karşı umut olarak gördüğüm Ergenekon davasının bulandırıldığını, sulandırıldığını, inandırıcılığının zedelendiğini hissediyorum. PKK’ya karşıymış kisvesi altında, kapatılma davası zaten Anayasa Mahkemesi’nde süren DTP’ye yönelik eş zamanlı yaygın operasyonun da Ergenekon’a müdahale etmeye çalışan aynı güçlerin eseri olduğuna inanıyorum.
Bu türden olaylardan sonra, olağan şüphelilerle yetinmeyip bir de kime yaradı sorusunun gerekli olduğunu, altmış yıllık acı deneyimler pahasına öğrenmiş biriyim. Ergenekon’un onikinci dalgasının ÇYDD’ye, Baba Beni Okula Gönder kampanyasına kadar uzatılmasını ve bu işin züccaciye dükkânına girmiş fil hoyratlığıyla yapılmasını kimler ister diye soruyorum önce:
1- Ergenekon davasının gitmesi gereken yerlere kadar gitmesini engellemekte çıkarı olanlar; Ergenekon davasının yıpratılması, sulandırılması için ellerinden geleni ardlarına koymayan, toplumda bu dava konusunda zaten var olan kafa bulanıklığını daha da yaygınlaştırmak isteyenler; darbeci zihniyetin dayanaklarını güçlendirmeye çalışanlar...
2- Atatürkçü-laik-ulusalcı ideolojiyi eğitim alanında yaygınlaştırmayı amaçlayan ÇYDD ve benzeri kuruluşların bir süre için de olsa çalışamaz hale getirilmesinden, haklarında kuşku yaratılmasından fayda uman tarikatçı-cemaatçi “rakip ideoloji”; eğitim, yetiştirme, barındırma kurumları sadece Türkiye’ye değil uzak coğrafyalara da yayılan misyon sahibi cemaat-tarikat örgütlenmeleri...
3- DTP’nin bölgede seçim sonuçlarına da yansıyan etkinliğini sandıkta kıramayınca tıpkı darbeciler gibi güç kullanarak kırmaya çalışan, –AKP içindeki etkin bir kanat başta olmak üzere- çeşitli siyasal odaklar; onlarla aynı hedefte birleşen, Kürt hareketinin sivilleşip meşru siyasal zemine oturmasını engellemek isteyenler...
Bu kadar farklı, hatta birbirine düşman bunca gücün, bunca odağın son operasyonda nasıl birbirlerine değdikleri, çıkarlarının nasıl birleştiği gerçekten ibret verici. DTP ve Kürt hareketini sindirmeye, dağıtmaya, meşru zeminden çıkarmaya ve dolayısıyla hareket içindeki şiddet yanlılarını teşvike yönelik operasyonlarda parmağı ve yararı olan çok farklı siyasal-ideolojik çizgilerdeki mihrakların, “ortak düşman” DTP’yi yok etme amacında buluşmaları hiç de rastlantı değil.
Bazılarının, ezberleri bozulduğu için kekelemeye başladıkları nokta tam da burası: Sivilleşmeyi ve özgürleşmeyi sadece askerden bağımsızlaşma; demokrasiyi sadece kendi ideolojinizi dayatmanın ve siyasal varlığınızı sürdürebilmenin garantisi sayarsanız; darbeciliğe, sizin takım ötekine darbe yaptığı sürece destek olur, darbe size karşı yapılırsa feryat ederseniz, kısaca hak, hukuk, özgürlükler ve demokrasi konusunda çifte standarda, hatta çifte vicdan terazisine sahip olursanız, şaşkınlığınızı ve kekelemeyi sürdürürsünüz.
Taraf olmayı “herkes için demokrasi, herkes için hak ve adaletten yana taraf olmak” değil; ordudan, devletten, darbeden, bir siyasal partiden, hareketten, cemaatten, tarikattan yana taraf olmak diye anlayanlar kusuruma bakmasınlar: Hani o bilenen deyimdeki gibi, belki de sizden sanıp bağrınıza bastınız, ama kurbağa çıktım! Çifte standardı, kendine demokratlığı, hukuksuzluğu, adaletsizliği görünce, can sıkıcı şekilde vraklamaktan kendini alamayan bir kurbağa...
Örnek vermek gerekirse...
Çuvaldızı başkalarına batırırken iğneyi kendimize batırmazsak olmaz. Haftada bir köşesini işgal ettiğim Taraf gazetesinin, Ergenekon’un onikinci dalgasının hemen ardından şimşir harflerle attığı “Postallı Hocalar Gözaltında” manşetini uygun bulanların, örneğin Cumhuriyet veya benzeri bir yayında, farklı bir çevreyi hedef alan bir operasyonda “Takkeli Yobazlar Gözaltında” manşetini gördüklerinde ne düşüneceklerini, kendime sormadan edemiyorum. Vakit gazetesinin her türlü etiği çiğneyen haber başlıklarını çuvaldızlarken iğneyi kendimize de batıralım.
Can sıkıcı kurbağa, Taraf çevresinde oluşmaya başlayan güveni ve okur ağını bir anda gerileten bu türden bakış ve tutumların, Ergenekoncularla darbecileri güçlendirmekten başka işe yaramadığını “vraklamaktan” kendini alamadı işte. Oya Baydar - 18.04.2009
14 Nisan 2009
Uçurtmalar-Elif Şafak
En sevdiği renk mor olan kadın
En sevdiği kelime “asi”
En sevdiği oyun incitmek beni
Hıncı, çocukluktan kalma bir yara izi gibi
İpleri dolaşmış uçurtmalar misali
Ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı
Ne gidebildik kendi yolumuza
Rüzgarda savruk, başına buyruk
Senle ben
Zamanı, yaralarla ölçen kadın
Geçmişiyle kavgalı
Gündüz isyankar
Geceleri Tanrı’ya sığınan kız çocuğu
Kırdığı kalpleri dizmiş ipe
Gene en büyük zararı kendine
En sevdiği ses, çocuk sesi
Güneşli, billur, neşeli
Oysa, yıllar var ki kendi
Anne olmayı istememiş
Çekip gidebilmek için bir gün
Geride ekmek kırıntıları bırakarak
Kuşlar yesin diye ayak izlerini
Kalmasın ne bir sızı ne kalp yarası
Sevişirken taşkın bir nehir
Öpüşürken kor bir alev
Uykusunda melek gibi masum
Bakmaya kıyamadığım
Kaç gece göğsünde uyuduğum
Ama beraber uyanamadığım kadın
İpleri dolaşmış uçurtmalar misali
Ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı
Ne gidebildik kendi yolumuza
Rüzgarda savruk, başına buyruk
Senle ben
Her hasretten sonra
Başka başka sevdaların kollarında
Yemin etmişken bir daha konuşmamaya
Gene bulup birbirimizi
Sabahı olmayan gecelerde
Aldatma pahasına sevdiklerimizi
Ağlayarak seviştiğim kadın
Senle ben ipleri dolaşmış uçurtmalar misali
İpleri dolaşmış uçurtmalar misali
Ne beraber uçabildik, boş verip şu dünyayı
Ne gidebildik kendi yolumuza
Rüzgarda savruk, başına buyruk
Senle ben
Elif Şafak
12 Nisan 2009
Jane Birkin Taraf Röportajı
Taraf,11.04.2009, Nazlı ERDOL
Kariyerine Antonioni’nin unutulmaz filmi Blow Up’la başlayan ünlü oyuncu, müzisyen ve yönetmen Jane Birkin Taraf’a hayatını ve ailesini anlattı
1966’da Antonioni’nin başyapıtı Blow Up’ta ufak bir rol kaptığında henüz 20 yaşındaydı Jane Birkin... Güzel yüzünü çevreleyen kâkülleri, düz saçları ve incecik bedeni ile zarafetin tanımıydı sanki. Modellerden birini canlandırıyordu filmde ve lakabı “Sarışın”dı. Birkin’de bir şeyler vardı diğerlerinden farklı olan, onun kariyeri burada bitmeyecekti. Aradan iki yıl geçtiğinde oyuncu seçmelerine katıldı, Slogan adlı filmin başrolünü kapmayı başardı. Serge Gainsbourg ile birlikte başrolleri paylaştılar. 1969’da Gainsbourg ile birlikte söylediği Je t’aime... moi non plus olay yarattı. Bu, onunla yaptığı sayısız işbirliğinden yalnızca biriydi. Jane Birkin artık dünyanın tanıdığı bir yıldızdı.
Aradan yıllar geçti, Birkin adeta iyi bir şarap gibi yıllar geçtikçe güzelleşiyordu. O yıllara kulakları okşayan şarkılarla dolu albümler, yönettiği ve rol aldığı filmler sığdırdı. Pek çok işi bir arada yürütmeyi başardı. 2002’de yayınladığı Arabesque albümü ile büyük başarı yakalayan, hatta bu albümün turnesi kapsamında İstanbul’da da konser veren Birkin, son albümü Enfants d’Hiver için çıktığı turneyle 21 nisanda bir kez daha İstanbul’da olacak.
devamı :taraf
11 Nisan 2009
hastayım sana.
Link:
savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye,
zaman ki sana hasta olmuş, incelikli haytasın,
raksederken mahallenin maşallahı-eyvallahı,
güzelleş be oğluuum şimdilik ölümüne kadar hayattasın.
şimdilik...ölümüne kadar hayattasın.
hastayım sana; Ağır Roman.
Yönetmen
Mustafa Altıoklar
Senaryo
Mustafa Altıoklar, Metin Kaçan
Görüntü yönetmeni
Ertunç Şenkay
Müzik
Atilla Özdemiroğlu, Balık Ayhan
Türkiye 1997
10 Nisan 2009
Akbank 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali reklam filmi
Link:
istanbul'da olanlar, yıllardır sapasağlam devam eden festivalin hakkını verin derim.
akbank'ın sponsorluğu ne hoş,yine bu yıl ki reklam filmi de harika....
bu arada sahi bir yıl önce biz nerelerdeydik ? ya ondan önceki yıl?
2008
2007
2006
2005
festivalist
08 Nisan 2009
tuzluk ailesi
kendin boya elbise
Berber Soepboer ve Michiel Schuurman bir nevi "kafana göre takıl" elbisesi yapmış. istediğin gibi boya diye...
daha fazlası ; burada
via, teşekkür ederiz
07 Nisan 2009
yaşamaya mecbursun
hersey sana zor geliyor
olabilir.
bugün aşkın bitmiş,
o seni terkedip gitmiş
olabilir.
sanki sen hiç bilmediğin
bir kaos içindesin,
kimbilir.
günlerin getirdiği,
senin yitirdiklerin.
sanki hiç umut yok.
çok yorgunsun.
ne olursa olsun, yaşamaya mecbursun.
ne olursa olsun, yaşamaya mecbursun.
bugün duyduğun haberler sana utanç veriyor olabilir.
bugün din ve ırk uğruna cinayet işleniyor olabilir.
mostar köprüsü çökmüş,
neretva ne kadar üzgün kimbilir.
günlerin getirdiği,
açlık ve gözyaşı.
insan hep umut eder,
biliyorsun bunu.
ne olursa olsun, yaşamaya mecbursun.
ne olursa olsun, yaşamaya mecbursun.
bulutsuzluk özlemi
orjinale ek ;
bogazın şişmiş,yutkunamıyor, saat başı kusuyorsun....olabilir. iş güç seni sıkmış, cebinde paran kalmamış, keyfin kaçmış...olabilir. haftalardır evini göremiyor, göçebe yaşıyorsun....olabilir.hayal ettiklerin sana yakışmamış, yakışmıyor olabilir. olabilir. olabilir. ne olursa olsun yaşamaya mecbursun.
yaşamaya mecbursun
06 Nisan 2009
ayrilis
atamam kendimi denize, dünya güzel;
serde erkeklik var, ağlayamam.
orhan veli kanık
01 Nisan 2009
yemek ajandası
Italyan tasarımcılar Sara Ferrari and Marcella Fiori , benim gibi yemek sırasında bile not almak durumunda kalanlar için bu ajandayı tasarlamışlar. ideali telefonumun hiç çalmaması
ve bu ajandaya sadece arkadaşlarımla ne zaman buluşacağımı karalamak ama...ama işte..
ahşap çatal bıçağını kıtrt.. diye kapaktan kırıp; 14 tane mavili kırmızılı şirin servis kağını ajandadan cartt.. diye koparıyoruz,notları kaybetmemek için not aldığımız köşeyi de servis kağıdından cıırt.. diye ayırıp ajandamıza koyuyoruz. yemekten sonra da servis kağıdını buruşturup top yapıyoruz ve çöpe basket atmaca oynuyoruz. afiyet olsun.
kaynak ;dezeen
dergi şart
çevremdeki çakalların kurtların, nasıl kendini geliştirdiğini yakaladım ! :)
görseli nette bulamadığım için fotograf çekip koydum, çünkü "Etkili reklam için Dergi Şart" sloganıyla yola çıkan Dergi Platformunun; Bravacasa dergisinde gördüğüm kurt-kuzulu kampanyası çok hoşuma gitti. Ayrıca herkesin mesleği, hobisi ya da ilgi alanı ile ilgili ayda en az bir dergi okuması gerektiği fikrideyim :)
bir de aslanlı versiyonu var ama henüz ona rastlamadım.
kampanya ve reklam ajansı ile ilgili detaylar ; şurda