28 Nisan 2009

vesikalı yarim



alnimdaki bicak yarasi senin yuzunden
tabakam senin yadigarin
iki elin kanda olsa gel diyor telgrafin
nasil unuturum seni ben vesikali yarim
orhan veli

aslında ince ince şiiri işleyen film;
filmi konu almış kitap

26 Nisan 2009

Anne Sevgisi - Ege'den

"Anne Sevgisi
Anne sevgisi bence tam olarak tanımlanamaz. Annemizi sevmek herşeyden önemlidir. Zaten biz bu sevgiden kaçamayız...Bu içgüdüsel bir şeydir.
Biz annemize bağırsak da, kızsak da onu herşeyden çok severiz çünkü o da bizi herşeyden çok sever.
Bir de annelerin açısından bakalım. Belgesellerde görmüşüzdür; bir aslan gelip, bir bufalo yavrusuna saldırsa, anne canı pahasına savaşıp aslanı öldürür. Bu örnekte görüldüğü gibi; bazen biz de annemizin değerini bilmiyorsak, bunun gibi anlarda anlarız onu ne kadar sevdiğimizi....
Biz annemizin hakkını ödeyemeyiz. O bizi doğurur, korur, büyütür. Bu yüzden annemizi üzmeyelim. Onun değerini iş işten geçmeden anlayalım."
doga ege, mart 2009


..sadece onu daha iyi yaşatabilmek adına, çıkmak zorunda olduğum iş seyahatlerimin birinde, dedesi ile Türkçe sınavına hazırlanırken yazmış bu kompozisyonu ege.
sana ne yapsam hiç birşey veremedim, güzel şeyler sağlayamadım gibi geliyor...eksiklerim için beni affet..bir tanecik oğlum.....

23 Nisan 2009

23 nisan'da burası Süleyman'ın oldu!!



Blogumun bugüne kadarki tek ve en özel konuğu Süleyman ve onun harika resmi oldu.

Süleyman 13 yaşında ve özel tohum otizm vakfı öğrencisi.

22 Nisan 2009

oya baydar'dan

benim fikirlerimi birebir yansıtan Oya Baydar'ın yazısını direk paylaşmak istedim. diline sağlık. lütfen bu sayfaya herhangi bir sebeple geldiysen iki dakika oku ve düşün !

.....Kurbağa çıktım

1Mayıs öncesinde emekten, işçiden, sömürüden söz edecektim; sahip çıkmaya, sesini duyurmaya çalıştığımız mağduriyetler arasında, son dönemlerde gerilere itilen emeğin mağduriyetine değinecektim. Ama burası Türkiye: Bir dalga gelir, konunuzu, yazınızı, geliştirdiğiniz fikirleri siler süpürür, sizi bambaşka bir sahile atar.

Sana ne; dalgalara diren, bildiğini istediğini yaz, diyebilirsiniz. Ama yazarın çizerin, yazdığı kadar yazmadıklarından, sustuklarından da sorumlu olduğuna inanırım ben. Evet; Ergenekon davasının onikinci dalgasından ve eş zamanlı DTP baskınlarından söz edeceğim.

Baştan söyleyim; sembol adı Profesör Türkân Saylan olan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne yapılan baskının hukuka, adalete, vicdana aykırı olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden, siyasal ve ideolojik olarak çok uzağında durduğum ÇYDD’nin yanında, sindirme çabalarına ve haksızlığa karşı saf tutuyorum. Öte yandan, kimler tarafından kışkırtıldığı, hangi çomakların ne yolla sokulduğu kuşkulu bu talihsiz adımla; baştan beri önemine inandığım, arkasında durduğum, bu ülkeye konmuş vesayet ve darbe ambargosuna karşı umut olarak gördüğüm Ergenekon davasının bulandırıldığını, sulandırıldığını, inandırıcılığının zedelendiğini hissediyorum. PKK’ya karşıymış kisvesi altında, kapatılma davası zaten Anayasa Mahkemesi’nde süren DTP’ye yönelik eş zamanlı yaygın operasyonun da Ergenekon’a müdahale etmeye çalışan aynı güçlerin eseri olduğuna inanıyorum.

Bu türden olaylardan sonra, olağan şüphelilerle yetinmeyip bir de kime yaradı sorusunun gerekli olduğunu, altmış yıllık acı deneyimler pahasına öğrenmiş biriyim. Ergenekon’un onikinci dalgasının ÇYDD’ye, Baba Beni Okula Gönder kampanyasına kadar uzatılmasını ve bu işin züccaciye dükkânına girmiş fil hoyratlığıyla yapılmasını kimler ister diye soruyorum önce:

1- Ergenekon davasının gitmesi gereken yerlere kadar gitmesini engellemekte çıkarı olanlar; Ergenekon davasının yıpratılması, sulandırılması için ellerinden geleni ardlarına koymayan, toplumda bu dava konusunda zaten var olan kafa bulanıklığını daha da yaygınlaştırmak isteyenler; darbeci zihniyetin dayanaklarını güçlendirmeye çalışanlar...

2- Atatürkçü-laik-ulusalcı ideolojiyi eğitim alanında yaygınlaştırmayı amaçlayan ÇYDD ve benzeri kuruluşların bir süre için de olsa çalışamaz hale getirilmesinden, haklarında kuşku yaratılmasından fayda uman tarikatçı-cemaatçi “rakip ideoloji”; eğitim, yetiştirme, barındırma kurumları sadece Türkiye’ye değil uzak coğrafyalara da yayılan misyon sahibi cemaat-tarikat örgütlenmeleri...

3- DTP’nin bölgede seçim sonuçlarına da yansıyan etkinliğini sandıkta kıramayınca tıpkı darbeciler gibi güç kullanarak kırmaya çalışan, –AKP içindeki etkin bir kanat başta olmak üzere- çeşitli siyasal odaklar; onlarla aynı hedefte birleşen, Kürt hareketinin sivilleşip meşru siyasal zemine oturmasını engellemek isteyenler...

Bu kadar farklı, hatta birbirine düşman bunca gücün, bunca odağın son operasyonda nasıl birbirlerine değdikleri, çıkarlarının nasıl birleştiği gerçekten ibret verici. DTP ve Kürt hareketini sindirmeye, dağıtmaya, meşru zeminden çıkarmaya ve dolayısıyla hareket içindeki şiddet yanlılarını teşvike yönelik operasyonlarda parmağı ve yararı olan çok farklı siyasal-ideolojik çizgilerdeki mihrakların, “ortak düşman” DTP’yi yok etme amacında buluşmaları hiç de rastlantı değil.

Bazılarının, ezberleri bozulduğu için kekelemeye başladıkları nokta tam da burası: Sivilleşmeyi ve özgürleşmeyi sadece askerden bağımsızlaşma; demokrasiyi sadece kendi ideolojinizi dayatmanın ve siyasal varlığınızı sürdürebilmenin garantisi sayarsanız; darbeciliğe, sizin takım ötekine darbe yaptığı sürece destek olur, darbe size karşı yapılırsa feryat ederseniz, kısaca hak, hukuk, özgürlükler ve demokrasi konusunda çifte standarda, hatta çifte vicdan terazisine sahip olursanız, şaşkınlığınızı ve kekelemeyi sürdürürsünüz.

Taraf olmayı “herkes için demokrasi, herkes için hak ve adaletten yana taraf olmak” değil; ordudan, devletten, darbeden, bir siyasal partiden, hareketten, cemaatten, tarikattan yana taraf olmak diye anlayanlar kusuruma bakmasınlar: Hani o bilenen deyimdeki gibi, belki de sizden sanıp bağrınıza bastınız, ama kurbağa çıktım! Çifte standardı, kendine demokratlığı, hukuksuzluğu, adaletsizliği görünce, can sıkıcı şekilde vraklamaktan kendini alamayan bir kurbağa...

Örnek vermek gerekirse...


Çuvaldızı başkalarına batırırken iğneyi kendimize batırmazsak olmaz. Haftada bir köşesini işgal ettiğim Taraf gazetesinin, Ergenekon’un onikinci dalgasının hemen ardından şimşir harflerle attığı “Postallı Hocalar Gözaltında” manşetini uygun bulanların, örneğin Cumhuriyet veya benzeri bir yayında, farklı bir çevreyi hedef alan bir operasyonda “Takkeli Yobazlar Gözaltında” manşetini gördüklerinde ne düşüneceklerini, kendime sormadan edemiyorum. Vakit gazetesinin her türlü etiği çiğneyen haber başlıklarını çuvaldızlarken iğneyi kendimize de batıralım.

Can sıkıcı kurbağa, Taraf çevresinde oluşmaya başlayan güveni ve okur ağını bir anda gerileten bu türden bakış ve tutumların, Ergenekoncularla darbecileri güçlendirmekten başka işe yaramadığını “vraklamaktan” kendini alamadı işte. Oya Baydar - 18.04.2009

14 Nisan 2009

Uçurtmalar-Elif Şafak

En sevdiği renk mor olan kadın
En sevdiği kelime “asi”
En sevdiği oyun incitmek beni
Hıncı, çocukluktan kalma bir yara izi gibi


İpleri dolaşmış uçurtmalar misali
Ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı
Ne gidebildik kendi yolumuza
Rüzgarda savruk, başına buyruk
Senle ben


Zamanı, yaralarla ölçen kadın
Geçmişiyle kavgalı
Gündüz isyankar
Geceleri Tanrı’ya sığınan kız çocuğu
Kırdığı kalpleri dizmiş ipe
Gene en büyük zararı kendine


En sevdiği ses, çocuk sesi
Güneşli, billur, neşeli
Oysa, yıllar var ki kendi
Anne olmayı istememiş
Çekip gidebilmek için bir gün
Geride ekmek kırıntıları bırakarak
Kuşlar yesin diye ayak izlerini
Kalmasın ne bir sızı ne kalp yarası


Sevişirken taşkın bir nehir
Öpüşürken kor bir alev
Uykusunda melek gibi masum
Bakmaya kıyamadığım
Kaç gece göğsünde uyuduğum
Ama beraber uyanamadığım kadın


İpleri dolaşmış uçurtmalar misali
Ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı
Ne gidebildik kendi yolumuza
Rüzgarda savruk, başına buyruk
Senle ben


Her hasretten sonra
Başka başka sevdaların kollarında
Yemin etmişken bir daha konuşmamaya
Gene bulup birbirimizi
Sabahı olmayan gecelerde
Aldatma pahasına sevdiklerimizi
Ağlayarak seviştiğim kadın
Senle ben ipleri dolaşmış uçurtmalar misali


İpleri dolaşmış uçurtmalar misali
Ne beraber uçabildik, boş verip şu dünyayı
Ne gidebildik kendi yolumuza
Rüzgarda savruk, başına buyruk
Senle ben


Elif Şafak

teoman,uçurtmalar

12 Nisan 2009

Jane Birkin Taraf Röportajı


Taraf,11.04.2009, Nazlı ERDOL
Kariyerine Antonioni’nin unutulmaz filmi Blow Up’la başlayan ünlü oyuncu, müzisyen ve yönetmen Jane Birkin Taraf’a hayatını ve ailesini anlattı
1966’da Antonioni’nin başyapıtı Blow Up’ta ufak bir rol kaptığında henüz 20 yaşındaydı Jane Birkin... Güzel yüzünü çevreleyen kâkülleri, düz saçları ve incecik bedeni ile zarafetin tanımıydı sanki. Modellerden birini canlandırıyordu filmde ve lakabı “Sarışın”dı. Birkin’de bir şeyler vardı diğerlerinden farklı olan, onun kariyeri burada bitmeyecekti. Aradan iki yıl geçtiğinde oyuncu seçmelerine katıldı, Slogan adlı filmin başrolünü kapmayı başardı. Serge Gainsbourg ile birlikte başrolleri paylaştılar. 1969’da Gainsbourg ile birlikte söylediği Je t’aime... moi non plus olay yarattı. Bu, onunla yaptığı sayısız işbirliğinden yalnızca biriydi. Jane Birkin artık dünyanın tanıdığı bir yıldızdı.
Aradan yıllar geçti, Birkin adeta iyi bir şarap gibi yıllar geçtikçe güzelleşiyordu. O yıllara kulakları okşayan şarkılarla dolu albümler, yönettiği ve rol aldığı filmler sığdırdı. Pek çok işi bir arada yürütmeyi başardı. 2002’de yayınladığı Arabesque albümü ile büyük başarı yakalayan, hatta bu albümün turnesi kapsamında İstanbul’da da konser veren Birkin, son albümü Enfants d’Hiver için çıktığı turneyle 21 nisanda bir kez daha İstanbul’da olacak.

devamı :taraf

11 Nisan 2009

hastayım sana.


Link: Agir Roman - Hastayİm Sana
savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye,
zaman ki sana hasta olmuş, incelikli haytasın,
raksederken mahallenin maşallahı-eyvallahı,
güzelleş be oğluuum şimdilik ölümüne kadar hayattasın.
şimdilik...ölümüne kadar hayattasın.

hastayım sana; Ağır Roman.

Yönetmen
Mustafa Altıoklar
Senaryo
Mustafa Altıoklar, Metin Kaçan
Görüntü yönetmeni
Ertunç Şenkay
Müzik
Atilla Özdemiroğlu, Balık Ayhan
Türkiye 1997

10 Nisan 2009

cuma nasihatı

..İstediğin yere var
Desturun sanat olsun
Aşka gönül verdin
Kolların kanat olsun..

Akbank 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali reklam filmi


Link: Akbank Festival Reklam Filmi

istanbul'da olanlar, yıllardır sapasağlam devam eden festivalin hakkını verin derim.
akbank'ın sponsorluğu ne hoş,yine bu yıl ki reklam filmi de harika....
bu arada sahi bir yıl önce biz nerelerdeydik ? ya ondan önceki yıl?
2008
2007
2006
2005
festivalist

08 Nisan 2009

tuzluk ailesi



görünüşleri bana barbapapa'yı çağrıştırdığı için olsa gerek inanılmaz sempatik buldum. ayrıca sofrada birbirinizden tuz isteme ihtiyacını da ortadan kaldırıp,"herkesin tuzu kendine" dedirteceği için gayet de fonksiyonel.
isteyene burada satılıyormuş.

kendin boya elbise






Berber Soepboer ve Michiel Schuurman bir nevi "kafana göre takıl" elbisesi yapmış. istediğin gibi boya diye...
daha fazlası ; burada
via, teşekkür ederiz

07 Nisan 2009

yaşamaya mecbursun


bugün canın çok sıkkın,
hersey sana zor geliyor
olabilir.
bugün aşkın bitmiş,
o seni terkedip gitmiş
olabilir.
sanki sen hiç bilmediğin
bir kaos içindesin,
kimbilir.
günlerin getirdiği,
senin yitirdiklerin.
sanki hiç umut yok.
çok yorgunsun.
ne olursa olsun, yaşamaya mecbursun.
ne olursa olsun, yaşamaya mecbursun.
bugün duyduğun haberler sana utanç veriyor olabilir.
bugün din ve ırk uğruna cinayet işleniyor olabilir.
mostar köprüsü çökmüş,
neretva ne kadar üzgün kimbilir.
günlerin getirdiği,
açlık ve gözyaşı.
insan hep umut eder,
biliyorsun bunu.
ne olursa olsun, yaşamaya mecbursun.
ne olursa olsun, yaşamaya mecbursun.
bulutsuzluk özlemi

orjinale ek ;
bogazın şişmiş,yutkunamıyor, saat başı kusuyorsun....olabilir. iş güç seni sıkmış, cebinde paran kalmamış, keyfin kaçmış...olabilir. haftalardır evini göremiyor, göçebe yaşıyorsun....olabilir.hayal ettiklerin sana yakışmamış, yakışmıyor olabilir. olabilir. olabilir. ne olursa olsun yaşamaya mecbursun.
yaşamaya mecbursun

06 Nisan 2009

ayrilis

bakakalırım giden geminin ardından;
atamam kendimi denize, dünya güzel;
serde erkeklik var, ağlayamam.
orhan veli kanık

01 Nisan 2009

yemek ajandası



Italyan tasarımcılar Sara Ferrari and Marcella Fiori , benim gibi yemek sırasında bile not almak durumunda kalanlar için bu ajandayı tasarlamışlar. ideali telefonumun hiç çalmaması
ve bu ajandaya sadece arkadaşlarımla ne zaman buluşacağımı karalamak ama...ama işte..

ahşap çatal bıçağını kıtrt.. diye kapaktan kırıp; 14 tane mavili kırmızılı şirin servis kağını ajandadan cartt.. diye koparıyoruz,notları kaybetmemek için not aldığımız köşeyi de servis kağıdından cıırt.. diye ayırıp ajandamıza koyuyoruz. yemekten sonra da servis kağıdını buruşturup top yapıyoruz ve çöpe basket atmaca oynuyoruz. afiyet olsun.




kaynak ;dezeen

dergi şart



çevremdeki çakalların kurtların, nasıl kendini geliştirdiğini yakaladım ! :)
görseli nette bulamadığım için fotograf çekip koydum, çünkü "Etkili reklam için Dergi Şart" sloganıyla yola çıkan Dergi Platformunun; Bravacasa dergisinde gördüğüm kurt-kuzulu kampanyası çok hoşuma gitti. Ayrıca herkesin mesleği, hobisi ya da ilgi alanı ile ilgili ayda en az bir dergi okuması gerektiği fikrideyim :)
bir de aslanlı versiyonu var ama henüz ona rastlamadım.
kampanya ve reklam ajansı ile ilgili detaylar ; şurda